Aşk sandığımız kadar büyük değildi. Onu büyüten bizdik.
Bazen kelimelerle, bazen bakışlarla... onu büyüttükçe ulu ruha sahip olacağımızı düşündük. Bu yüzden imkansız düşler aleminde oldu ayaklarımız. Oysa ellerimizdeydi gerçekliğin tamamı. Görmezden geldik. Gittik ve bu sebepten hep geldik.
Aşk, sandığımız kadar acı vermiyordu. Acı çekersek tadına varacağımızı öğrenmiştik şiirlerden... ama şiirlerin bir şair yalanı olduğunu unuttuk. Ve şairlerin yalanları, gerçekleri göstermek için kullandığını... acıtmayı keşfettik. Kanatmayı. Verdiğimiz acı kadar unutulmaz olacağını sanıyorduk. Aşk acıdan ayrıydı. Mutlulukla alakasızdı. Aşkın içini boş sandık. Yaşadıkça dolacağı inancıyla her dakikaya başka bir mana verdik, anı sığdırdık. Aşk tekti. İçi ve dışı olmayan tek şeydi.
Yanıldık. Aşk, noksandı. Ne zaman tam olsa, ölüm olurdu. Ölmemek için noksanlığını ittik hayatımızdan ve daha da yaşasın diye yeni noksanlıklar yetiştirdik etrafına. Aşkın yanı, yamacı yoktu.Tekti. Tekildi. Çoğulluğa bundan karşıydı. Onun için, iki kişiden birinin yokluğunda görünürdü.
Aşk, biterdi. Kalacağı yoktu. Gideceği de. Yalınca biterdi. Noktasını koyduğu her içte, gözyaşlı görkemler, verdiğinin çok olduğu kanaati karşısında iyi bir uğurlama içindi. Aşk, süsü sevmezdi. Gürültüyü, ağlamayı, kahkahaları... sade bir neydi. Ayrılıkların ihtişamında, aslında iz bırakıyor sandığımız aşkı sildik. Yazdığımız her şeyde de sildik. Aşk kentler gibi yazılamayandı. Yaşandığı ise, yanılgıydı. Aşk, biterdi.
Başlama umuduyla varılan sonlar, korkaklığımızdandı. Çünkü aşkı, önce içimizde, sonra dışımızda, en sonunda da hayatımızın her köşesinde büyütmüştük. Ona yaşayacağı geniş alanlar açmış, kendimizi sınırlamıştık. Kısaca en yanlışı yapmıştık. Giderse gidecek olan, o dar alanda, o güçlü aşkla yalnız kalmaktan korktuğumuz için yalvardık, tehdit ettik. Gidecek olan da korkağıydı aşkın. Ki gidemedi hiçbir zaman ve aşk,her sonda başlangıca sahne oldu. Aşk biterdi oysa. Anlamadık.