Güzergâhım; pişmanlıklar ve ışıksız yolculuklar. Ağızlarda kururken kılıfını yırtmış kelimeler, havada kalmazken küstah hayallerin yeminsizlik yeminleri asaleti aldatılan kalbe kefen biçiliyor bu şehirde. Kendimin en büyük yanılgısıyım dedim oysa. Kötü yaralandım, derine vurdum, dibini buldum inşirahsızlığın. Sözümün uzunu kaderimin acıtılışına. Aleni bir münacattan daha fazlası beklide. Bu kez bana iyi bak kalbim.
Susmakla kelimelere bölünmek arasında, hezimetin yalan sapağında, yarı çıplak kalıyor çoğu zaman. İçimi yalanlıyorum şuursuz aşk nutuklarına inanarak. Duraklar hep yolcusuzluğuma özenirken yanlış hayatlarda yele yatıp tuza batmanın sefaletini yaşıyorum. Mazeretsizim, hiç kimseyi kurtarmak için değil ayrılıklarım. Yalnızca pis iştahlı kalbime kıyamıyorum. Hepsi Belkisi En çoğu Dahası; bu. Ellerim hiç ısınmıyor bu yüzden. Sevgisizliğimin hoşgörüsüz sevgisini seviyorum ben. Sevmelerimin hiçliği kendimle her şey arasında kalan kara boşluğun derinleşmesi için. Bu yüzden künyem kanlı hâlâ aşk dilinde. Yaralamak için düş kurdun mu hiç yahut düşlerini başkalarının yaralarına basarak büyüttün mü Helen? Çözülmezim, bilmeceler kimin umurunda. Kalemi kırılmışların buz tutmuş umarsızlığındayım diyerek mi necisliğimi yakacak cehennemim? Dikenli bahçe rüyalarından uyanamayışım kıyamet paradoksu aslında. Failimde benim, meçhulümde benim, küflü yanlarını zehirle sağaltanda benim. Zembereğini kırıp vahdetin hayattan dilekler tutabildinse aşk olsun vebalim. Omzumda ağlayan her kadının hülyasını çalarak büyüttüm acılarımı. Bıçağın şah damarı benim hakkım.
Yağmur sonrası yüzüm kirli bir savaşta yitirilmişçesine tükenmiş. Ezberinden kopan sağır şarkılar güpegündüz saklanıyor unutulmuşun göğsüne. Ara yerde ara verilmeden kurşunlanan şiirler tutuşuyor. Hatıram aklanmalı senden. Uygun adım sarılırken soluğum inceden uyutulan mevsimlerin beline, benliği yamalanmış sancılarım sana düşsüz kalmalı. Çık bu irin kokulu kurtlu öykünün önsözünden. Örtüyorum denizin üstünü ispiyoncu geçmiş düşmeden ayakucuna. Çok yalnızlık bir serenattan susuyorum haramlığının avuç çizgilerine. Rüyalar kibrit alevi. Sanrılar cinnet nişangâhında mola kalbine belkide. Aynalarda unutur mu insan kendine yakılan bakışları? Tahta banklar üstünde unuttuğumuz ortaklaşa isyanlarımız azalan yanlarımıza öfke. Soluğum bir nefeslik nikotin çekiminde esir. Ağrılı düş sayıklamalarında gözümü sus bürürken o şarkının nakaratında parmaklarımı yakıyorum. Hani vardı ya; Oy dilsizim, oy gülmezim yağmur yüreklim / Oy çiçek bakışlı yârim, rüzgârım benim. Gün kararırken hicvedilmiş öykülerde deliye yattım. Akil olan çoktan çıkıp gitti bu kuyudan.
Noktalığımın ervahı gam yükü sözlerim. Aşka minnet tümcelerimi kasıklarından kılıçlıyor kalem. Sıra dışı kanımın bana çekilişi ama illa ki manşette dolunaydan kayan ellerimin nara terk edilişi. İzarı ıslak günahkar melekler sürgün gecenin koynundan şakaklarıma kusuyor. Saçının tek teli dokunduğunda heceye - ele vererek kuş çığlığında ağladığını - aşk yarım kalıyor. Niyetimle beslenen her arzunun alfabesi keder. Bugünün yarını, hayatın ünlemi göğüs hizanda terinin hoş kokusunda ürperen kadınlarsa tarafsız bir acıda ölebilmeliyim.
Helen! Biz yüze gelemeyecek kadar yakındık birbirimize. Yüz yüze geldiğimizde ise aşkı tanımayacak kadar yabancı kalmıştık bize. Ama ben yabancılığından tanıdım seni evvela. Yüzünün suyunda arınmaya meyilliydim de meylim meyletmedi aşkın hürmetine. Sende yitip giden eşkâlsiz bir noktayım. Yüreğim dibe vuran bir susku. Gayya kuyularından seslenen bir imdat sireni. Hastalıklı ruhsuzluğumu şair gülüşüyle onararak yenile hayatımı. Zedelenmiş umutlara tutunarak var oluşumu körelten aç beni her mağlubiyetin arkasından yeniden uydurmama izin verme. Aydınlıktan sonra kahra kursada saatim kendini, zamanın donuk aynasının suretinde paslandırma içimi. Kokumdan tanısada fırtınanın kan içicileri, ziyana yazmadan benliğimi vapur rüzgârlarında saçlarını hecelet ellerime; varlığıma varlıksızlığımı kanıtlayamıyorum da Bu alevin şehveti zehirli. Kent martılarından döndür yüzümü. Şakaklarıma ay ışığı vurmadan ve parlamadan denizin karanlık mavisi sözcüklerimin gölgesinde, öyküme en baştan yüreklendir mektup çalıntısı kelimelerimi. Sonuna yetişsemde ömrümün kırılmaya bir ayna kala, ıska geçsemde kimine ağıt duran çocukluğumu, helal et yüreğini aşka.
Sana niyet, bana heves, aşka bela bu aralıksız bakışmalar. Usulca in rüzgârın yelesine, adımın harflerinden oluşmuş sensizlikte kimin vurulduğunu bilmeden ateşin hükmüne, incit beni gidişinle. Biliyor musun, her otobüs bir sefersizliktir. Akıl almazdır yol alışlar. Gidişine vedasız kalırken yüreğim arkanda yarattığın ince sızılı kalp çarpıntısında düştü kentim. Yasaktı el sallamak yokluğunun başlangıcına. Saymasam da kana teslim bu öykünün bana tufan vedasını, gel ve bu kez gözlerimden seyret içe karabasan gidişini. Dokunmadan yarama tuzla gözyaşımı. Avunursam anlamazsın cana hüsran ağıtlarımı. Ya da boş ver. Unut söylenmişle söylenmemiş arasında çıldıran sayıklamalarımı. Çünkü uykum intihar saplantılı.
Gereğinden fazla gereksiz ve gerekçesizse aşk yağmur istilasına, ihanet notu bırakıp altında yaralı çocukluğunun tortusunu barındıran yastığının başucuna, çıkıp gidebilmeli kalbim aşkının cüretinden. Helen! Kirpiklerin aşka akıl danışabilme korkaklığına cesaretlenmektir, kağıtla kalem arsındaki boşlukta cinayet işlemektir ve sen boşlukta kapladığın yer itibariyle ben kadarsın. Bense ölümünü şölenlerle kutlayan, göz gözü görmez fırtınalı yalnızlıkta ruhunu kutsayan bir deliyim. Alametimin fikriyse sensin. Oysa seni sevdikten sonra ve dizlerinde yaşlanmadan hemen önce uğunmak isterdim döşünde ellerinin derin okşayışından gizlice.
Tanrının bakışına indirdiği ayetleri okumaya can mı dayanır, hâl kaldırabilir mi bu hâli? Yağmur uyumadan gel ve kokunla ölebilmeyi lütfet kölene Helen.