Saçlarına haziran ışığı vuran ölü güvercinleri toplasam denizden, nehirler ardımca köpürebilir belki. Dağlar sesimce ses verebilir. Yıkılmayası gökkubbe çatlayabilir hazin avazımdan. Başımın üstünden sağır bir kuş sürüsü geçebilir, yoz bakışlarımı ardıma atsam. Dönülmez yolları düştüm ayak izime. 'Nerden buldun bu mavisi kaygan akşamları?' diye sorma. Bak, göz kapaklarımda inliyor makus talihi kanarken hıçkıran esmer alınlı adamların. .
Bu ah tenli kentlerde boğulurcasına ağlarsa kavmimin çocukları, kadınlar erken ölür; yaşamak ve belkide hayatın öbür kıyısında ağlayanlara 'aşk' susmak adına. Şimdi, şu vakitte, öldüm mü sustum mu bilmiyorum. Ama bildiğim birşey var: O da harpten çıkan kelimeleri senden çıkarırken iniltisi bana çarpan gri ikindilerin öncesini yaşayamadığım. Sus! Daha yeni avutuldu suskunluklar. Konuşursa kimse tek kelime susamaz bir daha...
Açılmamış bir zamanın an aralığından bakıyorum gülbank mevsimlerinde ardına kadar açılan sesime. Arkamda kaskatı şuursuz bir suskunluk. Önümde düpedüz sağır, monolog seslerin salkım saçak karanlığı. Son çığlık, son sancı son günah gibi ağır..
Süveydasına aşk aydınlığınca mühür vurulmamış kalplerin leylasını sayıklamakta kendini içine çeken, hüznünde yüzünü bulan, kendi dışında alabora olan yakılmamış günlerin sızısı. Tuhaf bir öğle sıcaklığı ellerinde. Gülün karanlığı kendine, tıpkı kederi gibi. Bülbül-ü Şeyda yaksada soluğunu gül nefesiyle, gülün kaderide kendine. Solmuşluğa, yıpranmışlığa yazgılı. Değil mi ki kaderin kaderide, kederide kendine...
Aklım çıldırmalara gönüllü bir sessizliğin tercümanı. Heba bir hüznün eyleminden başlıyorsam susmaya ya ölmeye meyilliyim ya da meyletmelerim ölmelere razı. Sıkıştırılmışlığın en gizli öznesine kaçıyor, karartılmış seslerin yara almış ünleminden usanan çaresizlik...
...
Söz şairinse şimdi, kar-kış-kıyametlerde kim ağzına rast makamında hüzün sürebilir mi?.. susmak ve kanamak adına... Şehir dalgınları beş parasızken hala, ıskalanmış hayatlara ertelenmiş yalnızlıklar ısmarlanıyor bu kentte. Düşmüşlüğüm düşkünlüğümden büyük. ''Babam her gece ölüyor şimdilerde!''. Bilinmiyorsa yokluk, varlık canda ziyana yakın duruyor. En güzel eylemim eylemsizlik oluyor geceden düşerken. Hadi, '' ölümler üstünüzü giyinin de gelin, öpün tenimden''. Ki atıldım, sarkaçla indirilmedim kuyuya...
'Aşk' kelimesi tufan gibi inerken cümlenin kalbine ağır sessizlikten sonra, çok geldi aşkın anlamı söylenmemişlerin lügatine. Kan tüküren esamesiz bir hüznün çokça delirdiği en kolay/en zor bilinmezdi aşk. Yokluktu ama var'dı işte. Hem de ziyan edecek kadar var'dı. Hasır altı edilmiş kuru güllerin yakılma vakitlerinde yanmışların dudağına değen ab-ı hayat'tı. Şimdi yak gitsin kalbini çöl semalarında. Bilsen ki, ölmek kolay değildir...
Ürperirken kalp kendi hüznünden, hüzün aşkla kendi titreyişinin arafında mazur görülüyordu. Görülmek bilinmeye tabii değildi ya, ayna en çok kendine yalancıydı. Tanımsızlığı tanımdı aşkın ama kalp tam tanımıydı. Oysa bütün bu hayat çekimlenmemiş siga bestesiydi. Kaç kere tecelligahta zuhur etti kader ama en çok kaleme aşikardı..