Rüyalarımda seviyorum hala seni. Ama kâbuslarımda... Yakıyorum hep seni. Öldürüyorum çaresizce. Atıyorum gecenin karanlığına. O küçük ellerin acıyor hep. O güzel gözlerin ağlıyor hep. O içten gülüşün bağırıyor, çığlıklar atıyor. Ve o masum yüzün, öylesine masum olan. Kararıyor gitgide. Yanıyor, dayanamıyor alevlere, dayanamıyor güneşe... Yetmiyor gözyaşların. Ve yetmiyor gözyaşlarım. Savaşamıyorlar alevlerle. Yok oluyorlar, sanki hiç varolmamışçasına. Ve pes ediyorsun sonunda. Küçüksün, çok küçük. Nasıl dayanabilirdin ki çocuk. Öylesine yanlıştın ki. Ve öylesine çaresiz. Ama öylesine güçlüydün ki. Ve öylesine masum. Öyle yeşildi ki gözlerin çocuk. Öyle yeşil. Öyle güzeldi ki. Kapanmamalıydı çocuk. Görmeliydi herkes. Görmeliydim hep. Ama öyle korkaktım ki çocuk. Diyemedim. Söyleyemedim. Sen benim hayallerimsin demedim. Umutlarımsın diyemedim. Olmadı çocuk. Olmadı. Şimdi. Yıllar sonra. Bunca zaman içinde. Hani o dayanamadığın güneş vardı ya çocuk. O sen oldun benim için. Ben de sen oldum. Hala çocuk. Hala seni eriten, ve öylesine yakan, öylesine karartan güneş, sensin benim için çocuk. Ve ben o günden beri her sabah seni izliyorum. Özlem gideriyorum. Ve ben o günden beri her sabah senin bulutların üstüne çıkışını izliyorum çocuk. Melek oluşunu izliyorum. Yanışını izliyorum. Ben de yanarak...