İzmit'e yağmur yağıyordu,
Ve bir adam,
Hiç takmadığı pembe gözlükleriyle,
İnadına ıslanıyordu.
Simsiyah pardösülü bir kadın geçiyordu,
Yüreğinin güzergahından.
Kadın inadına illegaldi,
İnadına güzel...
-- Bu şehirde hiç ayrılık yok mudur ?
Diye sordu adam kendisine.
Hep aynı senaryoyu oynuyoruz yıllardır,
Ve o simsiyah pardösülü kadının,
Yağmurda ıslanışını sevdiğim için,
Islanıyorum bilmiyorsun...
Ve sen bilmiyorsun,
Yüreğimdeki depremin şiddetini,
Ve her gece ;
Enkaz altından çıkarttığım,kanlı şiirlerimi.
Gözlerin bana,
Sahil kıyısında demlenirken baktığım,
Heybeli'nin ışıklarını hatırlatıyor,
Ve kirpiklerinin ucunda ılık yağmur damlacıkları.
Hüzünbaz bir çelişkiye öykünmüş ellerin,
Simsiyah pardösünün ceplerinde,
Soğuk ve titrek...
Oysaki arzularım hep yağmur üstüne,
Hayallerim günlük güneşlik bilmiyorsun,
Ve sen bilmiyorsun,
Bülbülün güle serzenişini.
Ama ben inadına ezberliyorum,
Ölümsüz bir senaryodaki baş rolümü,
Ve sana okuyorum ezberlerimi,
Tüm çıplaklığıyla kelimelerin,
Ve düşlerimin maviliğine boyuyorum seni,
Yağıyorum kirpiklerinin ucuna,
Avuçlarına düşüyorum...
Kimin umurunda parmaklarının arasından akışım,
Ve hüzünbaz bir çelişki olması zamanın,
Kimin umurunda...
-- Bu şehirde hiç ayrılık yok mudur?
Dedi adam ;
-- İşte şimdi ...!
Diye ekledi sonra,
Simsiyah pardösölü kadın,
Atıp yüreğinden bütün hüzünleri,
Ve Tanrı'nın ona lutfettiği tüm güzelliğiyle,
Gülümsedi...
Aşk'ın çanları çaldı bir kilisede,
Bir şerifede sukunet ezanları,
Ellerini uzattı kadın,
Ve yağmur oldu yağdı,
İZMİT'e ....